Semih Kuru - 23 Mayıs 2017
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğü “psikopatı” akıl
hastası olarak tanımlamış. Peki bu tanım tek başına yeterli mi? Elbette bir tıp
terimi olan psikopata ilişkin çok geniş tanımlamalar bulmamız da mümkün.
Ünlü Kanadalı psikolog ve psikopati alanındaki çalışmalarıyla
tanınan Dr. Robert D. Hare psikopatları tanımak için bir Psikopat Kontrol
Listesi oluşturmuş. Buna göre psikopat olarak tanımlanan kişilerde;
- Empati eksikliği
- Pişmanlık ya da suçluluk eksikliği
- Dürtüsellik
- Yüzeysel çekicilik
- Sığ duygular
- Kendini beğenmişlik hissi
- Sorumsuzluk
- Manipülatif davranışlar
- Erken davranış sorunları gibi belirtiler olurmuş.
"Bunlardan bize ne, sayfayı mı karıştırdın?" dediğinizi
duyar gibiyim. Amacım beyazperdede gördüğümüz psikopat karakterlerden bazılarını anlatmaya niyet ettiğim bu yazının girizgâhını yapmak.
Elbette yukarıdaki değerlendirmeler ışığında Michael
Myers, Freddy Krueger, Chucky ve Terminator gibi psikopat olarak
nitelendirebileceğimiz film karakterleri olduğu kadar, bir takım rahatsızlıkları olan ama teknik açıdan psikopat olarak nitelendirilemeyecek karakterler de var.
Bunlara en tuhaf örnek ise Norman Bates. Hepimize psikopatın tillahı dedirten
bu karaktere aslında teknik olarak psikopat denilemiyormuş.
Şurası bir gerçek ki sinemada aktörlerin
büründükleri başarılı psikopat karakterler gerçekten de insanların
hafızalarında unutulması zor izler bırakıyor.
Şunu da bir not olarak eklememiz gerekirse Disney’in
bir çok kötü karakteri psikopat olarak nitelendirilebilirmiş.
İşte o psikopat karakterlerden bazıları. Zaman
içerisinde bu listeyi genişleteceğim.
Amerikan
Sapığı (2000)
Psikopat:
Patrick Bateman (Christian Bale)
Bret Easton Ellis’in romanından uyarlanan filmi Mary
Harron yönetmiş. Oldukça zengin ve görünüşte sıradan bir hayatı olan bankacı
Patrick Bateman’ın hayatının oldukça karanlık bir yönü daha vardır. İnsanları
öldürmekten oldukça keyif alan Bateman öldürdüğü insanların vücut parçalarını
ise hatıra olarak saklamaktadır. Filmin şiddeti, izlenebilir olması açısından
kitaba göre daha dengeli tutulmuştur.
Film öncelikle açgözlülük kültürü ve aşırı tüketim
çılgınlığını eleştirmeyi amaçlasa da, başarılı bir psikopat tasviri yaratmayı
başarmıştır
Kuzuların
Sessizliği (1991)
Psikopat:
Dr. Hannibal Lecter (Anthony Hopkins)
İlk kez Thomas Harris’in Red Dragon kitabında
rastladığımız Dr. Hannibal Lecter karakterine ruh veren Anthony Hopkins
canlandırdığı bu karakterle Oscar heykelciğini de kaldırmıştır. Üstelik filmin
dörtte birinden daha az bir kısmında sadece görülmesine rağmen.
Bununla birlikte Lecter karakterini analiz edenler
onun gerçek anlamıyla bir psikopat olmadığı görüşünde birleşiyorlar. Bu atipik
dahi, zarif ve sofistike havasına ek olarak aynı zamanda eski bir psikiyatristtir. Özellikle
de FBI ajanı Clarice Starling (Jodie Foster) ile kurduğu büyüleyici ilişki onun
empati kurma kapasitesini gösteriyor. Ayrıca karmaşık bir şekilde ileriye yönelik
planlar da yapabiliyor. Bu özellikler
psikopat tanısı konmuş kişilerde görünen özellikler değil.
Her ne kadar bilim ona psikopat tanısı koymasa da
Hannibal Lecter daima bir kabus olmayı sürdürecektir.
Otomatik
Portakal (1971)
Psikopat:
Alex DeLarge (Malcolm McDowell)
Stanley Kubrick'in Anthony Burgess'in romanının yaptığı
tartışmalı uyarlamasının "mütevazi anlatıcısı" olan Alex'i bu kadar
cazip kılan şey, vahşi hareketlerini kültürel zevklerle birleştirilmesidir.
Filmin ana odak noktası, Alex'in açıkça psikopat doğası, cinayetten hapsedildikten
sonra ıslah olması için "Ludovico tekniği" olarak adlandırılan bir nefret terapisine
girdiği bölümdür.
Deney, onu her türlü seks ve şiddet, kazayla da olsa
Beethoven'in Dokuzuncu Senfoni'sine karşı şartlar. Tedavi onu topluma karşı bir
tehdit unsuru olmaktan çıkarırken bir yandan da özgür iradesini kullanmasına
ket vurur. Böylece izleyici ilginç bir etik ikilem içine girer.
McDowell'in bu kadar itici bir karakter oynamadaki
başarısı gerçekten etkileyicidir. Otomatik Portakal bazılarına göre bir başyapıt
bazılarına göre ise Kubrick’in en rezil filmi olma başarısını bugün dahi
sürdürmektedir. Seks ve şiddetin güzel müzikler eşliğinde ve estetik bir
biçimde beyaz perdeye yansımasının şoku halen atılabilmiş değildir izleyici
tarafından.
Kara
Şövalye (2008)
Psikopat: Joker (Heath Ledger)
Filmin başrol oyuncusu olan Heath Ledger Joker’i “psikopat, kitlesel cinayetler işleyen sıfır empati
yeteneğine sahip şizofrenik bir palyaço olarak” tanımlamış. Bu rolüyle Oscar’ı
da kazanan Heath Ledger film henüz vizyona girmeden hayatını kaybeder.
Hazırlıklarını haftalarca kendisini bir motel
odasına kilitleyerek sürdüren Ledger, Joker'in sesini ve gülüşünü
mükemmelleştirirken bir yandan da bir karakter günlüğü tutmuş.
Geçmişte başkaları tarafından canlandırılan bir
karaktere yeniden hayat vermek zaman zaman sıkıntılı olabiliyor oyuncular için.
Üstelik onu Tim Burton gibi bir yönetmenin filminde Jack Nicholson gibi bir usta
canlandırdıysa. Ama Ledger oyunculuğuyla, bence, hakkı olan övgüyü alıyor.
Hazırlıksız olanları oyunculuğu ile gerçekten sarsan
Ledger, karaktere eklediği kendine has dokunuşlarla, Joker’i gerçeğe oturtuyor
ve onu anılarımızdan daha da kalıcı bir hale getiriyor.
Ölüm Kitabı (1990)
Psikopat:
Annie Wilkes (Kathy Bates)
İşte sadece psikopat olmakla kalmayıp birden fazla
zihinsel hastalıktan muzdarip bir karakterle baş başayız.
Stephen King’in kitabından birinci sınıf bir adaptasyonla Rob Reiner
tarafından sinemaya uyarlanmıştır. James
Caan tarafından canlandırılan yazar Paul Sheldon'ın "bir numaralı
hayran"ı olan Annie Wilkes'i izleriz filmde. Wilkes manik depresif, şizofreni, empati ve suçluluk
eksikliği sergileyen bir karakter sergiler film boyunca.
En sevdiği yazarı bir kar yağışında yaşanan bir
otomobil kazasında ölümden kurtaran eski bir hemşire olan Wilkes hastasına gayet
iyi bakar. Taa ki son romanındaki kahramanı öldürdüğünü öğrenene kadar.
Film boyunca kendinizi inanılmaz derecede çaresiz
hissediyorsunuz.
Psikopatlaştıramadıklarımızdan mısınız?
Reviewed by sineMakale
on
Mayıs 23, 2017
Rating:
Hiç yorum yok: