Aydın Sever - 21 Haziran 2017
Sinemada müzikal türü yıllarca arka planda kaldı. Baz Luhrmann'ın 2001 yapımı Moulin Rouge'undan ve Rob Marshall'ın 2002 yapımı Chicago'sundan sonra biraz ivme kazanan müzikal daha sonra yine bir duraklama dönemine girdi. Tim Burton'ın 2007 yılında vizyona giren Sweeney Tood ile tekrar hatırlanan müzikal türü Damien Chazelle'in La La Land'i ile aslında doğduğundan beri hiç olmadığı şekilde kendini buluyor.
Sinemada müzikal türü yıllarca arka planda kaldı. Baz Luhrmann'ın 2001 yapımı Moulin Rouge'undan ve Rob Marshall'ın 2002 yapımı Chicago'sundan sonra biraz ivme kazanan müzikal daha sonra yine bir duraklama dönemine girdi. Tim Burton'ın 2007 yılında vizyona giren Sweeney Tood ile tekrar hatırlanan müzikal türü Damien Chazelle'in La La Land'i ile aslında doğduğundan beri hiç olmadığı şekilde kendini buluyor.
Yönetmenin
müzik ile özellikle caz ile olan bağını ilk önemli uzun metrajı Whiplash'ta
izlemiştik. Sanatsal tutku üzerine bağımsız karakterli çok iyi bir film olan
Whiplash Damien Chazelle'in sonraki filmini merakla beklememize neden olmuştu.
Bir caz davulcusu ile faşizan ama işinin ehli bir konservatuvar hocasının
gözünden bakmıştık filme. Bir caz davulcusundan bu sefer başkarakterlerden
birinin de caz piyanisti olan başka bir filme geçiş yapan Chazelle filminin
müziklerini de deyim yerindeyse bağımsız bir isme Justin Hurwitz'e yaptırarak
ne kadar doğru bir iş yaptığını gösteriyor bize. Yönetmenin çektiği sahnelerin
müzik ile uyumu gerçekten muhteşem.
Chazelle eskiyle bağını koparmayıp türe modern bir bakış katarak şimdiye kadar izlediğimiz belki de en sanatsal müzikale imza atıyor.
Filmimizde
uç iki karakter var. Biri klasik caz müziğine gönülden bağlı bir caz piyanisti
Sebastian diğeri ise iyi bir oyuncu olmak isteyen idealist bir genç kız Mia.
Birinde müzik diğerinde ise oyunculuk aşkı. Yani ortada sanatsal bir fonda
gelişen bir peri masalı var. Soyut dünyaları fazlasıyla renkli olan bu iki
gencin aşkına tanıklık ediyoruz film boyunca.
La
La Land müzikallerde bu türe aşina olmayan izleyicinin en sıkıldığı ama türün
vazgeçilmezi olan film içinde şarkı kısımlarında bile müzikallere yabancı
izleyiciyi sıkmayan, bu tür izleyicinin "nereden çıktı bu şarkı
şimdi" demeye zorlandığı bir müzikal.
Renkleriyle,
mekanlarıyla, nostaljisiyle, şimdiye kadar hiç duymadığımız şarkılarıyla bize
sanki müzikal izlemiyormuş hissi veren bir film. Öyle bir müzikal ki sesini
kısıp izleseniz bile o görselliğiyle sizi büyülüyor. Tek rengin bütün
tonlarının olduğu sahneler var ki gerçekten enfes.
Filmde
Ryan Gosling ve Emma Stone ikilisi çok doğru bir tercih. Fiziksel olarak
birbirlerini o kadar iyi tamamlıyorlar ve birbirlerine o kadar iyi yakışıyorlar
ki ister istemez kadın izleyicide bir Gosling hayranlığı erkek izleyicide de
Stone hayranlığı yaratıyor bu durum. Kimyaları çok iyi olan bu iki oyuncu
fiziksel olarak da görüntülerle enfes bir uyum yakalıyorlar.
Film
başından itibaren aşkın nerede son bulacağı sorusunu izleyicinin zihninde canlı
tutuyor. Yönetmen filmini mutlu son ile bitirmiyor (bu da filmin diğer bir
artısı bence) ama Mia ve Sebastian'ın içlerindeki ateşin hiç sönmediğini
bilerek çıkıyoruz sinema salonundan.
Bir
müzikal düşünün ki normal olarak izlediğinizde zaten oldukça keyif veriyor. Ama
sesin olmadığı bir müzikal düşünün; işte La La Land sessiz olarak izlediğinizde
bile sizi görsel dünyasıyla kendine hayran bıraktıracak mutlaka izlenmesi
gereken bir film.
Müzikale Modern Bir Bakış Katan Film:La La Land
Reviewed by sineMakale
on
Haziran 21, 2017
Rating:
Soundtrack'ini hala bayıla bayıla dinliyorum
YanıtlaSilgerçekten çok başarılı. Whiplash'ı izlediniz mi bilmiyorum ama izlemediyseniz onu da izlemenizi öneririm. O da çok iyidir
Silİzledim. Hatta doyamadım bir kere daha izledim.
SilKesinlikle çok çok etkileyici bir film.