The First Omen: Serinin Gölgesinde Kalıyor

 


1976 yapımı kült korku filmi The Omen'in öncesini anlatan bir filme ihtiyaç yoktu belki ama bu kaçınılmaz bir sondu. O dönemin büyük korku filmlerinden Halloween, The Exorcist, The Texas Chainsaw Massacre, Alien ve Suspiria gibi eserler, son yıllarda birer birer yeniden yapımlar, baştan çekimler ve farklı versiyonlarla beyazperdede arzı endam etti. Bazıları tahammül edilebilir düzeyde olsa da çoğu oldukça vasattı. Dolayısıyla Damien'in hikayesinin de bir kez daha ele alınması, tıpkı Damien'in yükselişi gibi kaçınılmazdı.

 

Bu ilk deneme de değil üstelik. 1991’de düşük bütçeli TV filmi Omen IV: The Awakening ile serinin düşüşe geçmesinin ardından, 2006’da yapılan bir başka vasat yeniden yapım piyasaya sürülmüştü. Bir on yıl sonra ise Damien’in çocukluktan yetişkinliğe geçişini işleyen başarısız bir TV dizisi izledik. Şimdi ise her şeyin başladığı yere, 2016’da duyurulan ve Christine’den Antonio Campos’un yöneteceği belirtilen The First Omen'e dönüyoruz. Campos projeden ayrıldı, ama film nihayet karşımızda ve şu soruyu sormamıza neden oluyor: Gerçekten tekrar buraya dönmemiz gerekiyor muydu?

 

The First Omen, günümüzün çoğu stüdyo korku filminden daha fazla özenle ve düşünceyle yazılmış, özgünlüğüyle dikkat çeken bir yapım. Tanıtımında kullanılan cesur, tersine oynatılmış fragman gibi, film de olması gerekenden çok daha sanatsal ve çarpıcı. Bu durumun büyük ölçüde TV yönetmeni Arkasha Stevenson’un cüretkar tarzından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ancak Stevenson, kendi kurallarına göre oynamaktan çıkarak serinin kurallarına uymak zorunda kaldığında işler rayından çıkıyor.

 

Hikaye, 1971 yılına geri dönerek, din hizmetine başlamak için Roma’ya gelen Amerikalı Margaret’in (Game of Thrones’tan tanıdığımız Nell Tiger Free) hikayesini anlatıyor. Margaret, çevresine hayran kalarak Tanrı’ya kendini adamak isterken, bir tuhaflık seziyor. Diğer kızlardan birinin vizyonları, ona kendi geçmişini hatırlatıyor ve bu durumu araştırdıkça, işin içinde kutsal olmayan bir şeyler olduğunu fark ediyor.

 

Çoğumuz Richard Donner’ın orijinal filminin nasıl başladığını bildiğimizden, bir bebeğin yolda olduğunu anlamak zor değil. Stevenson, doğumun bedensel korkusunu etkili bir şekilde işleyerek filmin başlarında tüyler ürpertici sahneler yaratıyor. Grotesk detaylara olan keskin bakışı, derinlemesine işlenmiş görüntüler ve rahatsız edici sahnelerle dolu. Özellikle Possession’a yapılan etkileyici bir gönderme, akılda kalıcı sahnelerden sadece biri. Ancak film, sadece kanlı provokasyonlardan ibaret değil. Stevenson, Tim Smith ve Keith Thomas ile birlikte yazdığı senaryoda eski hikayeye yeni bir bakış açısı getiriyor. Şeytan hakkında çoğu korku filminden farklı olarak, film, din fanatizminin de şeytan kadar tehlikeli olduğunu vurguluyor. Bu, filmin bu yıl vizyona giren diğer rahibe temalı korku filmi Immaculate ile ilginç bir diyalog kurmasını sağlıyor.

 

The Omen, stüdyo korku filmlerinin diğer türler kadar gösterişli ve sinematografik olduğu bir dönemde çıkmıştı ve Stevenson da bu geleneği devam ettirerek, filmine 70’lerin atmosferini ve estetiğini başarıyla yansıtmış. Ancak filmin serinin gölgesine iyice girdiği son bölümde, açıkça görülen sürprizler ve beceriksizce yapılan bağlantılarla işler kötüye gidiyor. Stevenson, kendi filmini yaratırken seriye sadık kalmak zorunda kalıyor ve bu durum, filmin son sahnesinde bariz bir şekilde hissediliyor. Bu son, serinin devamının geleceğini ima etse de, ben Stevenson’un bir sonraki projesini, tamamen kendi tarzında özgürce neler yapabileceğini daha çok merak ediyorum.        

The First Omen: Serinin Gölgesinde Kalıyor The First Omen: Serinin Gölgesinde Kalıyor Reviewed by sineMakale on Mayıs 29, 2024 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Banner
Blogger tarafından desteklenmektedir.